Ben bir ilkokul öğretmeniyim ve en iyi bildiğim iş olan öğretmenliği yapmak ve sizleri ilkokul birinci sınıfa götürmek istiyorum. Dersimiz, Hayat Bilgisi. Konumuz Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı. Şimdi, ‘aman hocam’ diyeceksiniz. Haklısınız. İlkokulda, ortaokulda, lisede ve üniversitede yaklaşık olarak on beş sene boyunca Atatürk’ün hayatını gördük. Nasıl başlıyor? Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te doğdu. Evin fotoğrafını da hatırlıyorsunuz değil mi? Hepinizin gözünde canlanmıştır muhakkak. En çok da o hatırlanır zaten. Sonra babasının adı Ali Rıza Bey, annesinin adı Zübeyde Hanım. İşte kız kardeşi Makbule. Kargalar… Efendime söyleyeyim, askerlik… İşte şurada yaptı, şöyle bir lider, şöyle bir asker ve en son Anıtkabir’de biter. Bu sanırım 15 sene boyunca hem öğretmenlerimiz, hem üniversitelerde hocalarımız tarafından bizlere aktarılan Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatının genel hatları bu şekildedir. Bir kez daha anlatmak istiyorum Atatürk’ün hayatını ama bu kez farklı. İlk durağımız Suriye. Mustafa Kemal Atatürk, Harp Akademisi’nden mezun olduğunda Kurmay Yüzbaşı olarak ilk kıta vazifesine Suriye’ye gidiyor ve orada gizli olarak Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kuruyor. Ve o cemiyetin eğitim kolu reisliğini üstleniyor. Bu bilgi cepte kalsın.

Gelelim 1915 yılına, Çanakkale Savaşı… Anafartalar’ın en kanlı günleri. Mustafa Kemal Atatürk bir gün çadırında oturmuş, lambasını yakmış ve masasının üzerinde bir şey çiziyor. Ne olabilir? Latin harflerinin şablonunu çıkarıyor. Bakın 1915. Bir sene sonraya gidelim. 1916 aylardan Kasım, Doğu Cephesi’ne atanıyor 16. Kolordu Komutanı olarak ve orada çökme tehlikesi yaşayan orduyu çiçek gibi alıyor. Günlerce süren muharebenin sonunda kısa süreli bir iki saatlik istirahati sırasında Kurmay Başkan İzzettin Çalışlar ile bir sohbeti var. Maddeler halinde sıralanmış. Kadınlara serbestlikten falan bahsediyor ama ilk madde çok ilginç. Aynen söylüyorum. “Muktedir ve aile hayatına vakıf valide yetiştirmek.” Günümüzde – afili bir kelime kullanayım, güçlü anne eğitimi. Bakın savaştan çıkmış, bir soluklanması gerekiyor değil mi? Bir soluklan değil mi, bir otur. Hayır.

Sivas’a geliyoruz. Sivas Kongresi, Sivas günleri. Amerikalı gazeteci Mr. Brown ile bir röportajı var. Diyor ki, “Türk halkı iyi bir eğitim görmelidir. Eğitim okul demektir. Türk köylüsünün pek azı okuryazardır. Ancak, (-bakın burasına dikkat) yeniliklere isteklidir. Çocuklarının iyi bir eğitim almasını ister.” Sivas’ta! Hani düzenli ordu kursaydık önce değil mi? Hani düşman dört bir yanı sarmış, insanları bir toplasaydık. Hayır. Verdiği demeç bu. Ankara’ya geliyor ayağının tozuyla: “Türk halkı bir birey olmalıdır, iyi bir eğitim almalıdır, kültürle donatılmalıdır, bezenmelidir.” Daha Meclis açılmamış. Bunu şöyle söylüyor. “Bundan sonraki amacımız” demiyor. “Bundan sonraki en önemli amacımız” diyor

İşler ilginç hale gelmeye devam edecek. 1. İnönü, 2. İnönü çok güzel kazandık. Eskişehir’de bozguna uğruyoruz. 30 bin kişi askerden kaçıyor. Yunan ordusu seferberlik ilan ediyor. Sevr Antlaşması’nı imzalatmak için Ankara’ya doğru yürüyüşe geçiyorlar. Bakın ortam şu: Meclistekiler tamamen Batı’yı gözden çıkarmış, sinirler gergin. Aman Batı gitti ama Meclisi koruyalım. Kayseri’ye doğru göç başlamış. Ve o ortamda, insanların askerden kaçtığı bir ortamda, sağa sola kaçtığı bir ortamda, Mustafa Kemal Atatürk altı gün boyunca (15-21 Temmuz 1921) 1. Maarif Kongresi’ni yapıyor. Eğitim kongresi. Bakın ben bunu ilk duyduğumda inanmadım, şaka yaptıklarını zannettim. Bu bir şaka olmalı, bak gerçekten şaka olmalı. Bakın ortamı bir hayal edin. Mustafa Kemal böyle bir ortamda, savaş ortamında, insanlar korkuyor, sinirler gerilmiş, göç başlamış ve bu adam hakkında ferman var. Fetva çıkarılmış, yakalanırsa idam edilecek. Ama ne yapıyor? Öğretmenlerin temsilcilerini topluyor ve Cumhuriyet’te esas olacak bütün eğitim ilkeleri, temel eğitim ilkeleri işte o zaman atılmıştır. Savaşın ortasında, cehennemin ortasında, ateşten gömleği giydiği sırada.

Şimdi ben bu ülkede bahane üretmediğim için, zorlukları, engelleri aştığım için, tatillerimde çalıştığım için Türkiye’de manşet oldum. Bu adamın ülkesinde oldum. Bu beni çok üzdü. Bakın… Yani başka bir ülke olsa anlarım. Ama bu adamın ülkesinde benim manşet olmamam gerekiyordu.

Şimdi ben biraz Atatürk’ün hayatına devam edeceğim. Bundan daha ilginç bir şey var. Ne biliyor musunuz? İzmir’in kurtuluşundan sonra etrafına Türk ve yabancı gazeteciler toplanıyor. Soru şu: Evet, memleketi kurtardınız, şimdi ne yapmak istersiniz? Yani padişah mı olacaksın, halife mi olacaksın? Ne cevap veriyor? “Maarif vekili olacağım, öğretmenlik yapacağım” diyor. Şaka gibi, inanılır gibi değil. Bakın, artık 2-3 yıl önce idam kararına mahkum edilmişsin, dibi görmüşsün ama 2-3 yıl sonra bir numaralı adam olmuşsun artık.

Padişah da olabilirsin, halife de olabilirsin. Herkesi kendine kul edebilirsin, istediğini yapabilirsin. Diyor ki, “Ben öğretmen olacağım. Ben eğitimle ilgili çalışmalar yapacağım.” O çadırında konuşan insan bu işte. En kötü anında da, en iyi anında da hayalinden ve doğrularından vazgeçmiyor. O; içindeki çocuğu hala dinliyor. Bakın bu çok müthiş bir şey. O güç elindeyken bunu yapabilmek…

Hatta Salih Bozok’un hatıralarında şöyle var: İzmir Limanı’ndan İngiliz donanması giderken, herkes tabii bir alkış, bir kıyamet uğurluyor, nanik yapanlar falan var. Mustafa Kemal için ne diyor biliyor musunuz Salih Bozok? “Dönüp bakmadı bile” diyor. Bak “Dönüp bakmadı bile” diyor. Kesin, bakın ben tahmin ediyorum ne yaptığını. Kesin geometri kitabını düşünüyordur. “İşte buna üçgen diyeyim, buna kare diyeyim, işte bu yuvarlak olsun…” Bak kesinlikle böyle düşünüyordur. Yani şöyle hayal ediyorum. İşte kara tahtanın başına geçmiş, ‘Ali ata bak’ yazıyor. Diyorlar ki “Düşman geldi”, başkomutanlık yetkisini alayım. Ondan sonra geliyor, ‘Ali ata bak.’ “Oku bakayım.” Yani böyle bir askeri deha. Tarihin gördüğü bir süngü tak emri ile Çanakkale’nin tarihini değiştiren bu adam. Müthiş bir askeri deha. Askerliği hobi olarak yapıyor. Ve rahat durmuyor yine. İzmir’in işgalinden hemen sonra İstanbul ve Bursa’da öğretmenleri topluyor ve onlarla bir toplantı yapıp, “Bizim kazandığımız zafer sizin ordularınızın kazanacağı zafere önayak olacaktır. Sizin karşınıza çıkan bütün engelleri kıracağız.” diyor kendisi. Hani bir Lozan görüşmesi… Bir Cumhuriyet’i kursaydık… Yani adam savaş ortasında, savaş bitti, bir daha aynısını yapmaya çalışıyor.

Ve Cumhuriyet kurulduktan sonra ilk kurulan mesleki ve sosyal birlik nedir biliyor musunuz? Muallimler Birliği. Öğretmenler Birliği’ni kuruyor ve orada şöyle bir sözü var. Hani şu meşhur sözü var ya, “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” diye. Bayılıyoruz bu lafa zaten. Öğretmenler de çok bayılır. Evet, benim eserim olacak. İşte Öğretmenler Günü geliyor. Herkes paylaşır onu zaten. Ama asıl cümlesini, bu cümleden hemen sonra söylemiştir. Acaba kaçınız biliyor onu? Ben burada söyleyeyim onu size, bir öğretmen olarak. Siz de ilkokul öğrencisisiniz bu arada unutmayın. Şöyle: “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Nokta. “Eserinizin kıymeti, yani oluşturacağınız eserin kıymeti, yaptığınız fedakarlığın derecesi ile orantılı olacaktır.” Sonra ana haberde ‘fedakar öğretmen’ diyorlar bana… Çok şaşırıyorlar. Neden acaba? 1924 yılında, bu adam söylemiş bunu.

Bakın bir şey göstereceğim size. Bu benim Atatürk köşem. (Bir panoda sadece 2 bozuk para var.) Ne yazık ki Selanik evinin fotoğrafı yok. Bir şey dikkatinizi çekti mi orada? Orada bir şey var iki tane, gördünüz mü? İki tane madeni parayı koydum. Kendi sınıfıma, Atatürk köşeme iki tane madeni para koydum. Neden olabilir sizce? Çünkü Mustafa Kemal cebindeki son iki kuruşun bir tanesiyle kitap alan bir adamdı. Anıtkabir’de, sadece Anıtkabir’de okuduğu üç bin tane kitap var. Ben okuma alışkanlığı ile ilgili bu vizyonu gördükten sonra bir proje başlattım önceki sınıfımda. Hemen onu açıklamak istiyorum. Benim öğrencilerim NASA’nın sitesine giriyorlardı, bu arada hacklemiyorlardı NASA’nın sitesine girip, Hubble uzay teleskobunun çektiği fotoğraflardan alıp sınıfa getiriyorlardı.

Gösteriyorlardı, şu şudur, şu budur, arkadaşlarıyla tartışıyorlardı. Bir tanesi bir gün dedi ki, “Öğretmenim bu bulutsu” dedi. İçimden güldüm tabii. “Oğlum” dedim, “Uzayda atmosfer yok, ne bulutsusu?” Gerçekten bulutsuymuş biliyor musunuz adı… Okuma alışkanlığının, araştıran, merak eden öğrencinin karşısında öğretmen olarak düştüğüm duruma bak. Profesör dahi olsan, okuma alışkanlığının önemi budur… İşte o vizyon nereden geliyor? İşte buradan geliyor. O paradan. Ben Selanik’in fotoğrafını asmayacağım kusura bakmasınlar. Bu adam çok kitap okuyan bir adamdı. Önce onu görsünler istiyorum.

Ben kitaplık yaptım diye bana gazeteci soruyor, “Niye kitaplık yaptın?” Okul orası işte, sınıfın içine ben niye kitaplık yapmayayım? Yani biraz saçma değil mi? Ben çok şaşırdım ve bakıyorum. Mesela bir sözü var; “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” 3 boyutlu köşe var benim sınıfımda çalışmalar için. Resim köşesi var, sanat var, sanatın ta kendisi var. Atatürk söyledi bunu… Sende niye yok? “Bir gün benim sözlerimle bilim ters düşerse, bilimi tercih edin” diyen bir adamdır Atatürk. Benim sınıfımda her santimetrekaresinde o adamın izini görürsünüz. Fotoğrafını göremezsiniz. Zaten kendisi söylemiyor mu, “Benim yüzümü görmek beni görmek değildir. Benim fikirlerimi ve duygularımı anlıyorsanız bu yeterlidir” diye. Onun bütün fikirleri ve duyguları o sınıfın içinde. Öleli 77 yıl olmuş, 77 yıl sonra onun fikirleriyle, onun vizyonuyla, onun duygularıyla yapılan bir sınıf Türkiye’nin gündemine oturdu. Bir asır önce yaşamış.

Peki biz neredeyiz? Biz önümüzdeki bu değeri anlayabildik mi? Anlayamadık, anlatamadık. Özür dilerim, anlatamadık. Ahmet Naç olarak sıradan bir insanım. Çıkışta gelin benimle konuşun, beş dakika konuşun, ne kadar sıradan bir insan olduğumu görürsünüz. Ama bir öğretmen olarak, buradan meydan okumak istiyorum. O’nun Cumhuriyetindeki öğretmen olarak. Benim mezun ettiğim bir tane sınıf var. Dört yıl boyunca beraber geçirdiğim, mezun ettiğim bir sınıf. O sınıfın kısa süre içerisinde yaptıklarını yapabilecek, dünyada herhangi bir ilkokul sınıfı varsa ben yarın istifa edeceğim. Ahmet Naç olarak söylemiyorum bunu. Onun vizyonuyla onu anlamaya çalışan bir öğretmen olarak söylüyorum. Çıtayı çok yukarı koydum. Sanırım belki de siz o sınıfa baktığınız zaman, o içinizdeki çocuk bana seslendi. Aldığım mesajlarda onu gördüm. Umudu gördüm, o neşeyi, o hayali gördüm. Bu insan da bu hayali yaşayan bir insandı. En zor anında da, en kötü anında da, en iyi olduğu anında da, en güçlü olduğu anda da bu hayalinden asla vazgeçmedi.

Ben size onun en mutlu olduğu anı göstermek istiyorum. Sanırım bu olduğunu düşünüyorsunuz. Yüzü çok gülüyor ama bu anlık bir mutluluk. Bu değil. Onun en mutlu olduğu an Ordinaryüs Profesör Doktor Sadi Irmak’ın “Atatürk’ten Anılar” adlı bir kitabı var. O kitabında, Behçet Kemal Çağlar’ı bilirsiniz. Mustafa Kemal’in özellikleri ile ilgili şiir yazar. Bizim düştüğümüz hataya düşer; şöyle bir lider, şöyle bir askeri deha der. Alır o şiiri, bakar der ki, “Behçet olmamış, benim en önemli kişiliğim, benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir.” der. Bu adam, dünyanın görüp gördüğü en büyük liderlerden biri. Bence en büyüğü, en başarılısı, en karizmatiği ve gerçek bir askeri deha. Diyor ki benim öğretmenliğimdir. İşte onun en mutlu olduğu fotoğraf, an işte budur.

Share.

Comments are closed.

Exit mobile version