Bu sayımızda; Ereğli’de “Tahir Hoca” olarak bilinen, ömrünü eğitim öğretime adayan ve 1 Aralık 2014 tarihinde aramızdan ayrılan Tahir Yamaner’i anacağız. Baskılar sonucu kapatılmasaydı bugün çok farklı bir Türkiye’de yaşayacağımıza inandığımız Köy Enstitüleri’ nin değerli mezunlarından olan Tahir Hoca’nın daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olan ve vefat etmeden önce 27 Mayıs 2010 tarihinde kendisinin yazmış olduğu özgeçmişi sizlerle paylaşıyoruz.

“Ben 6 Mayıs 1927 tarihinde Karadeniz Ereğli – Devrek Karayolunun 25. kilometresinde bulunan Şamlar Köyü’nde doğdum. Köyün mis kokulu havasında çocukluğumu geçirirken, o zamanlar sadece 3 sınıfa sahip olan ilkokuluma 1934 yılında kayıt oldum. 1936 yılının Haziran ayında, ilkokulu 3. Sınıftan bitirerek “Türkiye Cumhuriyeti – Maarif Vekâleti – Köy Mektebi Tasdiknamesi”ni alarak, çok mu çok sevdiğim öğretmen ve arkadaşlarımdan ayrıldım. O tarihlerde rahmetli babam (Şaban Yamaner) köy muhtarı idi ve benim okumamı istiyordu. Ancak 5.sınıftan mezun olabilmem için, o günlerde Ereğli ilçesinde ancak 4 okuldan (Bozhane İlkokulu, Alaplı İlkokulu, Ormanlı İlkokulu ve Ortaköy İlkokulu) birine kayıt olmam gerekiyordu.

O tarihlerde köy tahsildarlığı yapan rahmetli Hakkı Saraçoğlu ile babam, muhtar olduğu için tanışıyormuş. Babam okumam için ona rica etmiş, o da beni Ortaköy’deki evinde iki sene okumamı kabul ederek beni Ortaköy İlkokuluna kayıt ettirmiş (1937). Ben de iki sene daha okuyarak “Türkiye Cumhuriyeti-Kültür Bakanlığı-İlköğretim Diploması”nı 18 Mayıs 1939 tarihinde aldım.

Rahmetli annem ve babam -gani gani rahmet eylesinler – beni okutmak için 1940 tarihinde Gölköy Enstitüsü’ne kayıt yaptırarak, okumamı temin ettiler. Köy Enstitüleri o tarihlerde yurdun her köşesinde açılarak yalnızca köy çocuklarını okutuyorlardı. Mezun olunca da kendi köyüne öğretmen olarak tayini yapılıyordu. Köy Enstitüsünde öğrencilere 4 saat eğitim, 4 saatte iş dersi veriliyordu. İlk sene bahçe, tarla, inşaat, marangoz, demirci ve tenekeci mesleklerine sınıfça birer hafta gidilip ikinci sene öğrenci hangi grubu isterse 4 sene daha giderek bilgisiyle işini kuvvetlendiriyordu. Ben sanat olarak demirciliği seçerek Demirhane’de çalıştım. Bu enstitülerin gaye ve amaçları bambaşka idi. Öğretmenin, bilgisinin yanında öğrendiği sanatını da köyde öğretmesi isteniyordu. Köylü, öğretmenin hem fikrinden, zekâsından faydalanacak, hem de sanatından istifade edecekti. Kısa zamanda yurdun her tarafında açılan Köy Enstitüleri öğrencilerle doldu taştı ve de çok iyi hizmetler verilmeye başlanınca, Yüksek Köy Enstitüleri açılma hissi duyuldu. Ve de açıldı. Oralarda da çok yararlı hizmetler verilirken, o zamanın hükümeti ileriyi göremeyip, bütün Köy Enstitülerine köy çocukları yanında şehir çocuklarını da alarak, ilk öğretmen okulu adıyla adını değiştirdi. Ardından o da çok yürümeyince, tamamen kapandı.

1945 yılında Şamlar Köyü İlkokuluna öğretmen olarak tayin edilerek göreve başladım. İlk kez Eğitim ve Öğretime başladığım yıl, okulda 65 öğrenci bulunuyordu ve bu öğrencilerle öğretim yılını bitirdim. İkinci Eğitim ve Öğretim yılında, benim acemiliğim nedeniyle ve de civar köylerde ilkokul bulunmadığından okula gelenleri kayıtladım. O yıl okul mevcudu 166’ya çıktı. Yalnız sınıfımız yeterli olduğundan birkaç sıra yaptırarak o yılki Öğretim ve Eğitime başladım. Benim öğrencilerimle haşır neşir olmam gerekiyordu. Onlar benim babamı, sülalemi bildikleri için çok güzel öğrenime devam ederken okula teftişe İlköğretim Müfettişi geldi. Derse girdi. Sınıfta bir sessizlik… 166 öğrenci de gelmişti. Müfettiş 3.sınıfa bir soru sordu. Öğrencilerin hepsi parmak kaldırınca “Bunlar kendilerine çok güveniyorlar.” dedi. Bir kız öğrenciye “Soruyu anlat.”dedi. O da cidden çok güzel cevap verdi. Bana dönerek “Çocuklar teneffüse çıksınlar.” dedi. Ben de “Başka sınıflara sormayacak mısınız?”dedim. “Hayır Hayır”dedi. Teneffüs zilini çaldırdım. Çocuklar bahçeye çıkınca bizde müdür odasına geçip “Tahir bu kadar kalabalık sınıfı ben ne öğretmenliğim de ne de müfettişliğimde de şimdi gördüm. Bunlara verilen terbiye öğretimden daha üstündür. Bu sınıfı bölerek iki sınıf yaptırabilirsen tatilde Zonguldak’a gel Milli Eğitim’den bir öğretmen kadrosu alalım da okulunuz iki öğretmenli olsun.” dedi. Ve de öyle oldu.

Okulumda çalışırken yıllar yılları kovalayarak 1956 yılı geldi. Kdz. Ereğli Askerlik Şube Başkanlığından askerliğimi yapmam için çağrıldım. Haziran 1956 tarihinde Ankara’da piyade okulunda imtihana girdim.

İmtihan sonrası, bize 3 gün gezip, dolaşıp okula gelin dendi. 3. günün sabahı okulun bahçesinde toplandık. İmtihan neticeleri okunmaya başlandı. Sıra bana geldi. Polatlı Topçu Okulunu kazandım. Okuldan bizi sıra edecek bir subay nezaretinde Ankara Tren İstasyonuna yürüyüp getirerek Polatlı Treni ile subay nezaretinde geldik. Polatlı Treninden inerek sıra olduk. Yine subay nezaretinde Okul Komutanına teslim edilerek, okuyacağımız sınıflar ve yatacağımız yerlerimiz gösterildi. Ben 5. Kısım Motorlu Topçu sınıfında 6 ay okudum. Gerekli askerlik bilgilerimizi öğrendim. Derslerimizin bitiminde yine imtihana tabi tutularak “TOPÇU YD. SUBAY OKULU DİPLOMASI”nı aldım. Asıl kura çekimi zamanı yeni geldi. Kuraları çekip Tb. Komutanına veriyorduk.”Tahir nerelisin?” dedi. Kdz. Ereğli deyince haydi Karadeniz’ den Akdeniz’e Hatay-Dörtyol Motorlu Topçu Alayı Komutanlığı’na dedi. Ben de çok sevindim inanamadım, arkadaşlarla buluştuk sevincimiz düzelince bir arkadaşım da Dörtyol’u çekmiş. Onunla buluşarak aynı tarihte alayda bulunmamızı kararlaştırdık.

Zaman çabuk geçerek terhis oldum. Zonguldak’a Milli Eğitim Müdürlüğüne giderek tayin yerimi öğrendim. Asker dönüşü ben Kdz. Ereğli Apti İlkokulu’na tayin edilmişim. Yakınımızda Ormanlı nahiyesi var. Oranın cuma günleri pazarı olur. Yakın köyleri pazara gelir. Ben de Cuma günü Abdi Köyü Muhtarı pazara gelir diye köyüm Şamlar’dan Cuma pazarına gittim. O gün muhtar pazara gelmemiş, öğleden sonra Abdi köyünün yoluna yaya olarak çıktım. Akşamüzeri köye geldim. Muhtarın mahallesine giderken, Abdi Köyü içinde mezarlık gördüm. Daha yeni mermerlerle yapılmış bir mezar görünce bu mezar kimin deyince o da öğretmendi. Adı Cafer Öztürk dedi. Cafer Öztürk benim sınıf arkadaşımdı ve aynı yılın mezunuyuz. Çok candan, sevilen ve değer verdiğim bir arkadaşımdı. Çocuklarla koruyucuyu buldum; muhtar ayrı mahallede oturuyor. Korucuya okula öğretmen olarak atandığımı ve okulu yarın açacağımı ilettim. Zaten muhtarı eskiden de tanıyordum. Apti köyünün eşraflarından rahmetli Veli Çavuş idi. Ona ‘Bu yılı ben askerden terhis oldum, beni köyünüze öğretmen olarak Vilayet Milli Eğitim Müdürlüğü atamış, ben de yarın okulu açmak istiyorum’ dedim. Cumartesi okulu açtım.

İkinci dersten çıkıyordum, muhtar atının arkasında manda arabasın meşe odunu ile okula geldi ve korucu bu odunları evinizin bir köşesine yerleştirecek diyerek Kaptaş pazarına gitti. Kasım ayının sonları idi ve bu odunlar bana kış mevsimi yetti.

Rahmetli Cafer’in annesi beni hiç görmedi ama ismimi oğlundan öğrenmiş, Korucuya Cafer’in annesi Rahmetli Kübra ÖZTÜRK, akşam mezara gelen adam kimdi diye sormuş. Korucu ‘Tahir Yamaner adında okula yeni tayin olan öğretmen okula tayin olmuş deyince benim oğlumun arkadaşı diyerek hem sevinmiş hem de ağlamış. Sabahleyin kızı ile bana kahvaltı göndermiş, benimle görüşmek istemiş. Ben de okula gelsin görüşelim diye haber gönderdim ve geldi. Beni sevdi, okşadı okşadı ağladı. Sen benim Cafer’imin kardeşi ol dedi. Ben de zaten onu çok çok seviyordum. Hay hay olurum dedim. O ders yılı bana süt, yoğurt, ekmek, yumurta gönderdi. Paralarını da almadı. Ben de ona yaptığı iyiliğe karşı küçücük bir hediye aldım ama zorla kabul ettirdim. O köyde ben de o öğretim yılı canla başla çalıştım. O yıl teftişe gelen İlköğretim müfettişi benim çalışmalarımı fark etmiş, her şeyin okulda değiştiğini görmüş, bana da teşekkür ederek ayrıldı ve raporunda belirtmişti.

1958-59 öğretim yılında Kızılcapınar İlkokulu yeni yapılıp öğretime açılmıştı. Oraya tayinimi yaptırarak o köyün ilk öğretmeni olarak atandım. Okul yeni yapıldığı için köyde çok çalışmam gerektiğine inandım. Rahmetli muhtar Ahmet Ayçiçek okula bağlı her isteğimi yapar, yaptırırdı. Okulda sıra yok, çocuklar tahta ile döşenmiş zeminde oturarak çalışıyorlardı. Muhtar, köy ustalarını seferber ederek, en kısa zamanda 20 sıra yaptırdı. Ben de öğretime daha rahat ve sıhhatli başladım. Çok çalışkan, sevdiğim beğendiğim bir köy halkı vardı. İlk sene olması dolayısıyla her isteneni yapıyorlardı. Benim hanım (Ayten Mahmure Yamaner) da dikiş diker, köylülerimizden para almazdı, onun da çok tesiri oldu. Beni ve hanımımı daha çok sevdiler. Kızılcapınar muhtarı Ahmet Muhtarla çok iyi anlaşırdık. Ben de eğitim öğretime her sene elimden geldiği kadar önem verirdim. Yıllar geçti ve 1960 İhtilali oldu. Bazı köylerde muhtarlardan köy mühürleri alınıp, Valilik ve Kaymakamlık tarafından öğretmenlere veya köyün ileri gelenlerinden birisine verildi. Kızılcapınarda da, mühür bana verildi. Köyün işlerini 1.5 yıl Muhtar olarak da yürüttüm. Akşam derslerden çıkınca, Cumartesi ve Pazar günleri muhtarlık işleriyle uğraşırdım. O sıralarda köye cami yaptırılmasına da muhtarla birlikte vesile olduk. Muhtarlık görevini yaparken camii için, Milletvekilimiz Rahmetli Suat Başol’un Ankara’dan gönderdiği 500 lirayı muhtarlık adına ben almıştım. Camimiz bittiğinden, gelen parayı ihtiyar heyeti ile karar alarak, iç ve dış dekorasyonu yapılması için kullanım dedik. Ereğli’de camileri dekorasyon yapan bir usta olduğunu öğrendim. Onu bulup Kızılcapınar köyünü getirdim. İç ve dış dekorasyon ustalığını, malzeme, iskele vs.masraflar ona ait olmak üzere 500 TL’ye verdik. Civar köylerin en güzeli olarak camimizi yaptık.

Köye birçok hizmetler yaptığıma inanıyorum. Köy yolumuzda sürekli sorun yaşanıyor, araçlar çamura saplanıyordu. Muhtarlığım sırasında köy yolunu da yaptırmak istiyordum. O yıl bayrama beş, altı gün vardı. O sıralarda ekin de ekiyorlardı ve bitmek üzereydi. Araştırdım. Ekin ekmesi o gün bitmişti.

Korucuya teravih namazında kapıyı kapattırdım “Ağalar ekin ekmeniz bitmiş, yarın dinlenin öbür gün, yani Pazar günü şu köy yolunuzu beraberce yapalım” dedim. Hepsi dinledikten sonra birlikte yapmaya karar verdik ve yolu köylülerle hep birlikte yaptık. Ben Kızılcapınar köyünde çok şeyler öğrendim, ben de elimden geldiği kadar öğretmeye çalıştım. Muhtarlık seçimi yapılarak, köyün mührünü seçilen Mustafa Ayçiçek’e teslim ettim. Birinci sınıfa aldığım öğrencilerimi, mezun edince, benim çocuklarımın Ortaöğretime gitmeleri gerekiyordu. Bu yüzden Ereğli’ye tayinimin yapılması için Zonguldak Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçe ile müracaat ettim. Şansıma Nimet İlkokulu’nda sınıf bölünmesi gerekiyormuş ve hemen öğretim yılı içerisinde bu okula tayinim gerçekleşti. Ancak Kızılcapınar Köyü’nden ayrılmam beni çok çok üzdü. Hem halkıyla, hem de çocuklarla iyi anlaşıyordum. Onlar beni, ben onları çok seviyordum. Ama köyden ayrılmam çok zor oldu. Fakat yapılacak bir şey yoktu. Hâlâ da orada ki çalışma, yaşama hasretliği devam ediyor ve de edecektir.

Nimet İlkokulu’na göreve başladım ve Okul Müdürü Samim Doğantimur, 5. Sınıfı bölerek, B şubesini bana verdi. O yıl eğitim ve öğretimi ile canla başla çalıştım. Ben şehre yeni tayin olmuşum ve onun için çok çalışmam lazımdı. 5. Sınıfı mezun ederek ertesi yıl 1. Sınıftan öğretime başladım. Şube arkadaşım değerli ve sevdiğim Sevim İpek idi. Ben diğer öğretmenleri tanıyabilmek için daima itinalı bir şekilde çalışıyordum. O zamanlar Maarif Memurluğu makamı da okulda bulunuyordu.

Çok değerli Maarif Memurumuz Rahmetli Reşat Özdamar da çok iyi bir insandı. Okulumuz 12 sınıf, 24 şubesi ve 24 öğretmeni ile ilçedeki en kalabalık ve 1200-1300 öğrencisi ile Ereğli’de o zamanın gözde bir ilkokuluydu. Bu süreçte Okul Müdürü görevinin vekâleten bana verilmesi, işimi daha da zorlaştırdı. Öğretmen iken sadece şubem ile velileriyle uğraşıyordum. Şimdi ise öğretmenlerimin sorunlarını çözmek ve velilerle iletişim kurmak müdürün göreviydi. Nihayet Vilayet beni müdür olarak tayin edince, canı gönülden inandım ki, Cenabı Hak dürüst çalışan herkese kolaylık veriyordu. Sonraları Müdür Yardımcılığı kadrosu açıldı ve sonrasında çok iyi bağdaştığım, sevdiğim öğretmen Halidun Erkara’nın tayini, beni daha da çok çalışmaya sevk etti. Yıllar geçtikçe okulumuz Eğitim ve Öğretim üzerinde birçok teşekkürler aldı ve müzik, spor yönünden kupalar alarak ilçe birincisi olmuştu. 14 yıl müdürlüğüm sırasında öğretmenlerimle çok iyi bir uyum içerisinde çalıştım ve hiçbir şikâyet mevzusu olmadı. Öğretmenler toplantılarında alınan kararlara harfiyen uyarak, şevkle ve zevkle çalıştık. Zevkle uzun yıllar çalışırken, artık benim de emekli olmam gerekiyordu ve emekliliğimi talep ettim. Çok geçmeden ilgili evrak geldi. Emeklilik evrakını okurken, farkında olmadan gözlerimden yaşlar akmaya başlamış, arkadaşım müdür yardımcısı Halidun Erkara bir şey mi var diye sorunca, “Halidun Bey bu 36 yıl ne zaman nasıl geçti yahu” diyerek, devir teslim işlemlerini yapıp sevdiğim görevimden 1981 yılında ayrıldım. Emekli olalı tam 29 yıl oldu. Ama bu halimde hala gönlüm, ruhum, cismim okullardadır. Bütün geçirdiğim emekli saatlerinde de gönlüm okul pencerelerinden, kapılarından ayrılmıyor ve de ömrümün sonuna kadar da ayrılmayacak. O cıvıl cıvıl sesli, mini mini, günahları, kusurları bulunmayan öğrencileri unutabilmek hiç olur mu ?

Share.

Comments are closed.

Exit mobile version