Bu sayıdaki ‘eskilerden kim kaldı’ bölümümüzde ereğli’nin en eski firması olan ve türkiye’de hala varlığını devam ettirebilen sınırlı sayıdaki tarihi şekerlemeciden biri olan özden şekerleme’yi ve ünsal necati cimit’i ağırladık. rengarenk akide şekerleri ve çikolatalarla dolu bu keyifli dükkanda gerçekleştirdiğimiz şeker gibi sohbet için kendilerine teşekkür ederiz.
Necati Amca, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1936’nın Ağustos ayında Ereğli’de doğmuşum. O zamanlar genelde nüfusa hemen kayıt ettirilmediği için nüfus kağıdımda 1 Ocak 1937 doğumlu görünüyorum. O zamanlar, okuyup da ne yapacaksın, deden kalan dükkana gelip yardımcı ol dediler. Ben de ortaokuldan sonra hemen buraya girdim. Ortaokulu, şimdi müze olan binada okudum.
Cimitoğlu ailesinin Kömürü bulan Uzun Mehmet’le de bir akrabalık bağı olduğunu duyduk?
Peki bu doğru mu? Evet böyle söylerlerdi. Hatta o zaman Hacı Dedeme Uzun Mehmet’in akrabası olduğu için maaş bağlanmış, ama sonraki hükümetler döneminde bu uygulama kaldırılmış.
O zaman şekerciler, çikolata fabrikaları hep Eminönü’ndeymiş. Birkaç senede işi öğrendikten sonra memlekete gelip çarşı içindeki Ereğli’nin ilk şekerci dükkanını açmış. Zaten Ereğli dediğin o zamanlar sadece çarşı içinden ibaretmiş.
108 yıllık bir işletme olan Özden Şekerleme ne zaman ve kim tarafından kurulmuş?
1909 yılında dedem Hacı İbrahim Cimit tarafından kurulmuştur. Ve Ereğli’de kurulan ilk şekerlemecidir. Dedem 1880 yılında doğmuş; 1900’lü yılların başında 20’li yaşlarında o zamanlar deniz yolu ile İstanbul’a geçildiği için; denizden motorla İstanbul’a gitmiş. Yolculuğa verecek parası yok, biliyorsunuz eskiden motorlarda suyu boşaltmak için pompalar vardı. Motor içindeki suyu boşaltarak yolculuğu bedavaya getirmiş. Orada o zamanların meşhur şekercisi Eminönü Hasırcılar caddesindeki Hafız Mustafa’nın yanında çalışmış ve orada bu sanatı öğrenmiş. O zaman şekerciler, çikolata fabrikaları hep Eminönü’ndeymiş. Birkaç senede işi öğrendikten sonra memlekete gelip çarşı içindeki Ereğli’nin ilk şekerci dükkanını açmış. Zaten Ereğli dediğin o zamanlar sadece çarşı içinden ibaretmiş. Bütün ticaret burada dönüyormuş.
Dedeniz Hacı İbrahim Cimit’ten babaya ve ondan da size geliyor bu şekerleme hikayesi…
Dedem 1978 yılında vefat edince babam Niyazi Cimit devraldı dükkanı. Babam da 1989 yılında vefat etti ve o tarihten beri ben devam ettiriyorum bu aile geleneğini. Benim de üç kızım var. Damadım Kaan Taşçı ve eskiden beri bizimle çalışan Numan Yüzgeç’le sürdürüyoruz bu dükkanı.
Şu anda bulunduğumuz yer mi ilk Özden Şekerleme Dükkanı?
Hayır, ilk dükkan bizim yan taraftaki Zeki Sönmez Eczanesi’nin yeriydi. Biz orada kiracıydık. Daha sonra mal sahibimiz, komşumuz Eczane açmaya karar verdiklerinde biz de buraya taşındık. Daha sonraki yıllarda burada çarşı içinde dört tane daha şekerlemeci kuruldu ama maalesef sonraki nesiller sürdüremedi mesleği ve o dükkanların hepsi bir bir kapandı. Yalçın Ermez, Helva satan Muharrem vardı. İleride Temel Kuru vardı yine bizim meslekten.
Son birkaç senedir çarşının eski tadı, cazibesi de kalmadı. Çarşı içindeki esnafın çok güzel bir ilişkisi vardı. Ayrı bir kültür vardı burada. İmece usulü yapılırdı işler, herkes birbirine yardım ederdi.
Ereğli Çarşının eski halini de biliyorsunuz? Şimdi ile geçmişteki Ereğli’yi karşılaştırdığınızda farklar neler?
Bulunduğumuz bölge çarşının en işlek yeriydi. Zamanla fabrika kurulup nüfus arttıkça çarşı büyümeye; Meydanbaşı, Erdemir Caddesi’nin oralara yayılmaya başladı. Şimdi de biliyorsunuz hastane gitti, adliye taşındı. Son birkaç senedir çarşının eski tadı, cazibesi de kalmadı. Çarşı içindeki esnafın çok güzel bir ilişkisi vardı. Ayrı bir kültür vardı burada. İmece usulü yapılırdı işler, herkes birbirine yardım ederdi. Bugün şu ilerde pazarın kurulduğu yerde belirli zamanlarda şehir dışından cambaz gelip tel üzerinde gösteriler yapardı. Tel üzerinde kurban kestiğini hatırlıyorum mesela, çocukken izlerdik. Dönme Dolap kurulurdu. Ara sıra Bozhane tarafında kurulan ve şehir dışından gelen tiyatroya giderdik. O zamanlar başka eğlencemiz yoktu; televizyon, radyo yok.Hava kararınca evimize giderdik. Eve geç kalınca kızarlardı.
Eskiden sadece şekerleme yapmıyordunuz herhalde ailelerimizden çilek reçelinizin de çok meşhur olduğunu duyduk.
Akide şekeri, lokum, farklı şekerlemeler ve çilek reçeli yapardık. Çilek reçeli yaptığımız zaman bütün çarşıyı kaplardı kokusu. Kokulu akide şekeri de aynı şekilde mis gibi kokuturdu buraları. Osmanlı çileği çok güzeldi o zaman. Çarşı içinden hamallar sırtlarında büyük sepetleriyle geçip limanlara çilek taşırdı. Oradan da gemilerle şehir dışına çilek giderdi. Biz de bulamıyoruz artık o eski Osmanlı çileğini. Yok oldu sayılır. Son yıllarda bir hafta içinde çilek bittiği için reçelini çok az yapabiliyoruz. Onu da tarladan gidip kendimiz topluyoruz.
Eskilerden kim kaldı? Çocukluğunuzdan itibaren görüştüğünüz kimler var?
Çok kimse kalmadı emsallerimden. Şimşek Elektrik var arkadaşım onunla görüşüyorduk. Rahmetli oldu Ayhan İşeri. Karşıda Erinç Giyim; Erdoğan Bey var. Orhan Subaşı var eskilerden. Prof.Aytaç Soysal var ve Orhan Oğuz Bey var. Onlar da arada Ereğli’ye geldiklerinde sağ olsunlar uğruyorlar sohbet ediyoruz.
Hala eskisi gibi bu rengarenk akide şekerlerini siz mi yapıyorsunuz? İlgi aynı devam ediyor mu?
Evet, hepsi kendi imalatımız. Eski tadı kaybetmemek için aynı kalitedeki ham maddeleri kullanmaya devam ediyoruz. Lokumumuz da doğal glikozsuz, özel bir firmaya ürettiriyoruz İstanbul’da. Çikolata aynı şekilde… Bayramlarda yine ilgi var şekerlemeye. Ama eskiden kağıtlı şeker dediğimiz karamela dahi lüks sınıfına giriyordu; öyle herkes yiyemezdi. Şimdi çikolata, şeker çok ucuza ulaşabiliyor tüketiciye. Herkes yiyebiliyor ancak sorun yediğimiz şeylerin sağlıksız olmasında. Şimdi bu işler büyük imalathanelerde yapılıyor ve bizim gibi -şimdilerde ‘butik üretim’ diyorlar- eski yöntemlerle eski saflıkta şeker üreten firma Ereğli’de kalmadı ve İstanbul’da bile sayıları çok azaldı.
Buradaki rengarenk akide şekerlerinin görüntüsü insanı kendinden geçiriyor ama özellikle şu raftaki kıpkırmızı şekeri merak ettik.
Onun adı kızamık şekeri. Şerbet şekeri de denir. Bu şeker de buranın kurulduğundan beri yapılagelen bir şeker. Kızamık olan çocuklara yedirilirmiş. Hala da devam ediyor bu gelenek. İçinde bol tarçın var. Biliyorsunuz tarçının faydası çok. Aynı zamanda sıcak suyun içinde eritilip lohusa şerbeti olarak da tüketilir. Yanındaki kavanozdaki bembeyaz şeker ise nöbet şekeridir. Bu da çok eskiden beri yapılan şekerlerden ve aslında şekerin en saf hali. Şeker pancarının suyu iplere dizilir ve günlerce kristalize olması beklenir. Nöbet ismi de buradan geliyor. Isıl işlem görmemiş saf şekerdir. Ağızdaki aftlara çok iyi gelir bu şeker de. Ayrıca damla sakızı ile karıştırınca karın ağrısına, mide rahatsızlığına iyi geldiği için de alıyorlar sıklıkla.
Buradaki eski fotoğraflarda akide şekeri yapılırken görüyoruz.
Evet, bu fotoğrafta eski dükkanımızda babam akide şekeri yapıyor. Yanındakiler de çalışanlarımız. Şekerleme yapmak çok keyifli ancak zorluğu da çoktur. Bu şekerler aslında kaynar vaziyette. Biraz bekletilir, ama süresini iyi ayarlamak gerekir çünkü donmadan çok kısa sürede onu işlemek ve kesmek lazım. Makas sesleri çarşıya dolardı. Fotoğrafta da görünüyor zaten elinde makasla şekerci çırağı.
Bu diğer fotoğrafta da siz çarşı içinde görünüyorsunuz herhalde.
Evet burası hemen dükkanın karşısı. Bulunduğumuz yerden çekilmiş bu resim. Dükkanın tahta raflı eski halinin fotoğrafları vardı ama taşınırken kayboldu.
Sizin Özden Şekerleme olarak zorluk yaşadığınız dönemler oldu mu?
Benim şahit olduğum 1950’li yıllarda öyle zor bir dönemden geçtiğimiz oldu. Toz şeker bulamıyorduk. Belediyeye giderdik rahmetli Ruhi Cöbek’ten anca bir çuval şeker alabilirdik. Mevlüt siparişlerini yetiştirmeye çalışırdık o bir çuval şekerle. Düzce’ye gidip oradan şeker getirirdik o dönem. Ama Erdemir kurulduktan sonra da en iyi günlerimizi yaşadık.
Son olarak Özden Şekerlemenin emekçilerinden Numan Yüzgeç ve Necati Bey’in damadı Kaan Taşçı’ya da söz vermek isteriz.
Numan Yüzgeç: Eskiden Hacı İbrahim Cimit’ler Akarca’da oturuyorlar ve buradaki evin altına imalathane kuruluyor. Bir han gibi düşünebilirsiniz. Lokumlar, şekerler, helvalar orada yapılırmış. Sonradan Belediye istimlak etti orayı. Çarşı içine geçtikten sonra bu dükkanın arkasındaki büyük kazanlarda pişirilen şekerler mermerlerde işleniyordu. Ve fotoğraflarda da görünen kocaman kavanozlara koyulup satılıyordu. Zamanla bu dükkan Şekerci Niyazi diye anılmaya başlanmış. Belirli bir zaman sonra da isim koymaları gerekince Özden Şekerleme ismini koyuyorlar. Öz’den, kökten bu işi yapıyorlar anlamında… Ben de 1989’da askerden geldiğimden beri burada çalışıyorum ve buradan emekli oldum. Biz buranın en köklü firmalarından biriyiz. 108 yıldır ayakta kalmış bir işletmenin isminin bu sokağa verilmesi güzel olurdu.
Kaan Taşçı: Eskisi gibi karlar yok artık ticarette; zaman değişti, bu sektörde de kar değil zarar ediyoruz. Artık babamla birlikte biz buranın yaşaması için mücadele veriyoruz. 108 yıllık bu geleneğin sona ermemesi için çalışıyoruz. 108 yıllık müessesede çalışmanın verdiği sorumluluk büyük. Buraya insanlar sadece alışveriş yapmak için gelmiyor; geçmişe gidiliyor, anılar tazeleniyor bu dükkanda. Eskiden tüm işler imece usulü yapılırmış, yardımlaşma varmış. Bayramlar yaklaştığı zaman akide şekeri için veya çilek çıktığında reçel için inanılmaz bir dayanışma yaşanırmış. Dükkana gelen yaşlı teyzelerimizden dinliyoruz; komşu esnaflar, onların eşleri hep yardıma gelirlermiş. Eski Akarcanın oradaki imalathanede de tüm komşular gelirmiş yardıma. Bizim amacımız çocukluklarında buradan şeker yiyen yaşlılarımızın kendi torunlarına da aynı saflıktaki aynı güzellikteki akide şekerini, lokumu yedirebilmesindeki manevi hazzı tatmaları. Bunlar yiyebileceğiniz son saf şekerlerdir.