Bu sayımıza Ereğli’ye büyük hizmetlerde bulunan Ahmet Orhan Oğuz ve değerli eşi Nurdan Oğuz ile çok keyif aldığımız bir sohbet gerçekleştirdik. Umarız siz de okurken aynı keyfi yaşayacaksanız.
Sizin çocukluğunuzdaki Kdz.Ereğli nasıldı, babanız ne iş yapardı?
Doğduğum şehir 6000 nüfuslu Karadeniz Ereğli. Kışları pek sert geçmeyen, yazları da vasat sıcaklıktaki bu asude Anadolu şehrinde; bir asır önceye kadar Rumlarla Türkler yan yana yaşardı. Dedemin dükkan komşusu Aslanoğlu’nun oğlu Hipokrat, babamın çocukluk arkadaşıydı ve iskele camisinin arkasındaki dükkanda kuyumculuk yaparlardı. Mübadeleyle birlikte Yunanistan’a göçtüler ama Hipokrat, babamı 90’lı yıllara kadar hep aradı. 5 nesildir toptancıyız biz. 1970’li yıllara kadar bu iş devam etti. Ereğli’nin bütün ununu şekerini bakkaliyesini toptan fiyata biz satardık. Babam gider, Ayvalık’tan dökme zeytinyağı getirirdi. O zamanlar herkes şişesini getirir; pompalarla varillerden daha küçük kaplara çekerler oradan dağıtım yapardı bakkallar. 1943’lerde; o zamana kadar yaşadığımız hamam üstünden Bozhane’deki iki katlı evimize taşındık.
Nasıl bir çocukluk yaşadınız?
Varlıklı bir ailenin çocuğuydum; çocukluğum güzel geçti. Yazları hep Bu sayımıza Ereğli’ye büyük hizmetlerde bulunan Ahmet Orhan Oğuz ve değerli eşi Nurdan Oğuz ile çok keyif aldığımız bir sohbet gerçekleştirdik. Umarız siz de okurken aynı keyfi yaşayacaksanız. Eğitime Yapılan Doğru Yatırım En Büyük Sevap Bence… 29 babamın yanındaydım. Ufak tefek işleri bana yaptırırdı. Örneğin deponun anahtarını verir ‘Bozhane yokuşunun başındaki simitçilik yapan Kahküllü Mehmet Amca’ya 3 çuval un gönder’ derdi. Hamalları peşime takardı; ben buradaki mağazaya gelir, malları yükler, tekrar anahtarı babama getirirdim. Cuma ve pazartesi günleri Ereğli pazarı kurulurdu. Babam, annemin siparişlerini alır bana verir; şimdi Albaraka Türk Bankası olan toptancı dükkanımızdan koluma geçirdiğim iki sepetle bunları Bozhane’deki evimize götürürdüm. Annem; ‘Aslan oğlum gelmiş’ diye kolumdaki iki sepeti alır; bazen gelirken ucundan tırtıkladığım ekmeği görür ‘Yine fareler yemiş.’ diye takılırdı. Çok iyi ve sevecen bir insandı annem. Ev hanımıydı. Ama kalp hastasıydı ve 6 çocuktan sonra 44 yaşında öldü. Fakir annesiydi; Ereğli’de ihtiyacı olanları, mahalleleri gezerek titizlikle tespit edip, bayramlarda o kişilere entarilik kumaş gönderirdi. Hayata güzel bakardı. Ben 4. çocuk olarak dünyaya geldim. Okumaya Bozhane İlkokulu’nda başladım. Oralarda 2.Dünya Savaşından kalma bir torpil patladığında, okulun bir katı yıkıldı ve biz de kısa bir süre Süleymanlar Mektebi’ne devam edip; 3 ay sonra o zamanki adıyla 1.İnönü olarak açılan Nimet İlkokulu’na geçtik. Çocukluğumuzda parkta arkadaşlarım Cengiz Kaynak, Orhan Canver, Bakkal Arif Yener, Sezgin Özkan’la saklambaç, birdir bir gibi oyunlar oynardık. Park sahilinde küçük oyuncak gemilerimizi yüzdürürdük ki deniz o zamanlar çok temizdi… Nimet İlkokulu’ndan sonra eski Halil Paşa Konağı’ndaki (Şimdiki Müze binası) ortaokula ve o zamanlar burada lise olmadığı için İstanbul’a Haydarpaşa Lisesi’ne yatılı olarak devam ettim. Liseyi bitirip Ereğli’ye geldiğim sene olan 1955’te annemi kaybettim.
Daha sonra eğitim hayatınızla birlikte iş hayatı da başladı herhalde…
Abim İstanbul’dan denizdeki teknelerimizle Ereğli’ye mal gönderiyordu. Sonra dediler ki; abin askere gidiyor, sen İstanbul’da hem okursun hem de oradan bizim işlerin takibini tedariğini yaparsın. Böylece İstanbul’a İktisat Fakültesine girdim. İkinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiğim sene 1959 yılında ben de askere gittim. 60 ihtilalinde Tuzla’daki Piyade Okulunda uçaksavar yedek subaydım. Askerlik bitince gemiyle Ereğli’ye geldim. Babam yorulmuş, hemen kenara çekildi. Abim İstanbul’da, ben Ereğli’de işlerin başına geçtik ve Kollektif Şirket kurduk.1962’den itibaren Demir Çelik’in İnşaatı. Göztepe, 48 evlerinin tuğlası, çimentosu dahil her şeyi elimden geçti. 4 sene bu şekilde çalıştıktan sonra 1964 yılında akaryakıt sektörüne geçmeye karar verdim. İş Bankası’nın karşısındaki bankamatiklerin olduğu yerde Selahattin Özbirinci’nin yerini devraldım. Babam sermaye verdi. Ekipmanların da bir kısmını veresiye aldık ve vurduk kazmayı. O dönemde çok yoğun çalıştım; sabah saat 06:30 çıkıyorum evden; gece 11’e kadar çalışıyorum.Sonra gözümü açtım baktım 1972 olmuş; bana dediler ki bizim delikanlı bekar. O kadar iş arasında ben unutmuşum evlenmeyi… ‘’Bizim Düriye Hanımın kızı var.‘’ dediler ‘’Peki.’’ dedim ama ben tanımıyorum. O sene Zonguldak’ta çalışan genç bir eczacıymış. 10 Mart 1973 çok mutlu geçen evliliğimin başlangıcı oldu.
Nurdan Hanım burada siz giriyorsunuz sahneye… Sizi de çocukluğunuzdan itibaren tanıyabilir miyiz?
Nurdan Hanım: Çarşı içindeki babamın dükkanında çok emeğim geçmiştir. Kısa pantolon giydiğim dönemde benimle ilgili hamallar aralarında oğlan mı kız mı diye iddiaya girerlermiş; çünkü yaz tatillerinde başımda şapka, erkek çocuğu kıyafetleri giyip babamın yanında çalışırdım. Ortaokul bitince yatılı olarak İstanbul’a Erenköy Kız Lisesine gittim. O zamanlar İstanbul’a 9 saatte gidilirdi. Her şey daha zordu, meşakkatliydi, emek isterdi. O yüzden de kıymeti bilinirdi. Şimdi hayatımız kolaylaştı ama bu rahatlık karakterimizi de bozdu bence; eskisi gibi çalışkan, yardımsever insanlar değiliz artık… 1969 yılında 52 yaşında babamı kaybettim, kanser hastasıydı. En büyük arzusu benim eczacı olmamdı. Aslında çocuk doktoru olmak istiyordum ama babamın vasiyetini yerine getirmek için Eczacılık Fakültesine girdim. Okul bitince memuriyetimi Zonguldak’ta yaptım. 12 Haziran 1972 yılında Ereğli Çarşı içinde kendi eczanemi açtım; 18 Haziranda da nişanlandım.
Hayatınıza Nurdan Hanım girdikten sonra nasıl değişti süreç?
Orhan Bey: Nişan döneminden sonra körü körüne daldığım işlere, aile olmanın mesuliyetiyle daha itinayla yaklaşmaya başladım. Ama hep Nakliye ve Akaryakıt Ticareti yaptım. İkinci bir iş düşünmedim; ancak ona yetişiyordum ayrıca kimseye itimat etmedim. Babamın bana sermaye verdiği gün söylediği vasiyeti vardır; ‘Sana iki şey söyleyeceğim’ dedi. ‘Bir bu paraya haram karıştırma, ikincisi hatır imzası verme. Borç isteyen olunca; paran varsa çıkar ver ama imza attığın an iş senden çıkıyor.’ dedi. Bu sözleri ticari hayatım boyunca hiç unutmadım. Hiçbir bankadan para istemek için içeri girmedim. Param varsa iş yaptım, mal aldım. Krediyle aldığım parayla hiçbir şey yapmadım. Ben işi bırakınca bir fotoğrafçı çağırıp çalışanlarımla 18 kişi yazıhanede resim çektirdik. Her birinin kıdem tazminatlarını verdim. Ticaret hayatım boyunca insanları hiç mağdur etmedim. Bir de devletin parasını yani vergimi her zaman gününde ödedim. Bu da babamdan öğrendiğim bir şeydir. ‘Devlete verdiğin vergide gözün kalmasın oğul, o para hayırlı işlere gidiyor. Helalinden ver.’ derdi. Üst üste vergi rekortmeni olmuşumdur ilçemizde. Hiç ah almamaya gayret ettim. İşi bıraktıktan sonra da İstanbul’a yerleşmek için, bu ofise gelip gazete okuyup 2,5 sene Nurdan Hanımın işi bırakmasını bekledim 🙂
Nurdan Hanım: Benim eczanem çocuğum gibiydi; daha 24 yaşında orada başladım. 45 sene boyunca orada çalıştım. Ben geldiğimde 3 çalışan eczane vardı; Memleket Eczanesi, Ereğli Eczanesi ve Büyük Eczane. Kalfamı da Zonguldak’tan getirdim. Necati Bey ile 45 sene eczaneyi birlikte yürüttük. Sonra Hayrettin Bey ve diğer arkadaşlar da katıldı. Ama hep eczaneler arasında diyalog olsun istedim, bu yönde çalışmalar yaptım. 1972 yılında Zonguldak’ta eczacılar odasının kurulmasında benim de çok emeğim var ve Ereğli temsilcisi oldum. Temsilci olunca Gökhan abiye ve Süheyla Hanıma gittim; bir arada olmak için yemekler düzenledim, sonra Metin, Aydan geldi sonra Sevim geldi. Biz ilk başta 4 eczane iken 56 eczaneyle bıraktım burayı. Hala 15 günde bir 40 kişi 45 kişi bir araya gelir, toplanırlar. Bu birlik beraberlik ortamının kurulması için çok çaba sarf ettim…
Gençliğinizde Ereğli’de insanlar nasıl vakit geçirirdi? Nasıl bir yerdi Ereğli?
Nurdan Hanım: Ereğli’ye her hafta bir tiyatro oyunu gelirdi. Önemli sanatçılar konser verirdi, önemli günlerde balolar olurdu, Dormenlerin, Kenterlerin hiçbir oyunu kaçmazdı. Gösteriler Erdemir sinemasında yapılır, oyundan sonra da Bağlık Kantininde topluca yemek yenilirdi. Ve Ereğli’ye hayranlardı.
Orhan Bey: Erdemir’den önce; 1940’larda da tiyatrolar gelirdi. Bozhane hamamının arkasında sahne kurulurdu. Açık hava sahnesi Servet Yalçın, Kadri Güldür Tiyatrosu. Sahnede 3 hanım dizilir ‘Biz Çamlıca’nın 3 gülüyüz has bahçesinin bülbülüyüz’ diye fasıl geçerlerdi. Sonra skeç başlar… Şehir bandosu vardı; Ali usta davul çalardı, maliyeden memurlar çalardı bandoda. Yaz akşamları park içinde veya askeri mahfelde (askeri bahçeli gazino) konser verirlerdi. Ben bir de şuna çok üzülürüm; eski hükümet konağını yıktılar. Eski hükümet konağı, dedemin kardeşi Mehmet Bey’in yaptığı bir eserdir. Eski fotoğraflarda görürsünüz ihtişamlı bir yapıydı, medeni ülkelerdeki gibi korunabilirdi.
Kızınız Zeynep’ten de bahsetmek isteriz.
Zeynep 1978’de doğdu. Onunla birlikte hayatımız değişti, renklendi. Eskiden günde 3 paket sigara içerdim. Zeynep 4 yaşındayken bir akşam Nurdan’la oturuyorduk; bu çocuğu büyütebilecek miyiz diye düşündüm ve o akşam sigarayı bıraktım. Yine kızım için Kdz. Ereğli’ye TED’in getirilmesi amacıyla çok çalıştım.Ortaokula ise Üsküdar Amerikan Kolejine gitti. Üniversite zamanı gelince Zeynep Amerika’ya gitmek istedi. ‘Benim bir tek kızım var, göndermem’ dedim. Kayınvalidem ayağa kalktı karşıma geldi. ‘Çocuğun önünü kesme; ben gitsin istiyorum’ dedi. Bunun üstüne bir şey söyleyemedim ve Amerika’nın en iyi okullarından Virginia Üniversitesine gitti ama ekonomi okuma şartıyla.,
Nurdan Hanım: Orhan Bey ekonomi okuması şartıyla ABD’de okumasına izin verdi. Zeynep sanat okumak istiyordu ama babasından öyle bir istek gelince hem sanat, hem ekonomi olarak çift anadal bitirdi. Daha sonra New York’ta Pratt Institute’da iletişim tasarımı üzerine master yaptı. Önce orada kurumsal firmalarda çalıştı ve sonra İstanbul’a dönüp Nişantaşı’nda kendi tasarım ofisini kurdu. Orada da çok başarılı işlere imza attı. Aralarında Kayra Şarapları, Türkiye Futbol Federasyonu, Efes Pilsen ve Ürdün Krallığı olan birçok kurum için markalar tasarladı ve geliştirdi. Sonra bir Amerika seyahatinde eşi Evren Bilimer ile tanıştı. Evren de Yale Üniversitesi mezunu. 2007’de evlendiler. Şimdi Aslan ve Leyla isimli iki torunumuz var.
Bu kadar yoğun iş ve sosyal hayatınızın yanında çok ulvi bir konuya da gönül verdiniz. Okul yaptırma fikri nereden çıktı?
1985 yılında oturuyorum yazıhanede. Rahmetli Erdinç Yalçıner Paşa bir gün aradı; ‘Senden 1,5 milyon lira isteyeceğim. 40-50 kişiden bu parayı toplarsak pazar yerinin üzerinde bir okul yaptıracağız’ dedi. Ben de ‘Paşa, sen benden haber almadan kimseye bir şey söyleme’ dedim. Nurdan’la istişare ettik; o da sağolsun hiç korkma benim bütçe de sana sonuna kadar açık dedi. Böylece Şevket Kalay’la kazmayı vurduk, bu da onun ilk işidir. Hayatım boyunca iki kişiden duyduğum ve prensip olarak belirlediğim bir özel nasihat var; Eskişehir’li tuğla fabrikatörü Ahmet Ekmekçi ve buradan Ereğli Sahilinin dolgusunu yapan Murtazaoğlu Ahmet Bey; ‘Verene Allah verir’ derlerdi. Buprensibi hayatım boyunca uyguladım; Allah da beni hiç sıkmadı. En çok önem verdiğim şey çocukların eğitimi. 1987’de ilkokul açıldı. Sonra 2001’de 18 derslikli bir ek bina yaptırdık. 200 kişilik çok güzel bir konferans salonu var. Aslına bakarsanız amacımız Cöbekoğlu zamanında oradaki henüz istimlak olmamış birkaç evin olduğu bölgeye de lise yapıp tamamen bir eğitim kampüsü yapmaktı. Belediye şehir imar planında okul olarak geçen arazinin projesini değiştirip imara açtılar ve ev yaptılar oraya. Spor kompleksi de olan çok güzel bir alan olacaktı orası. İzin vermediler… Nurdan ve Ahmet Oğuz İlköğretim Okuluna 31 senedir her yaz tatilinde kapı pencere için marangozlar, boyacı, badanacı, elektrikçi girer, okulun tadilatını yapar. Yeni sezona mis gibi bir okul bırakırız. Mezuniyetlere, faaliyetlerine mutlaka gideriz. Bir eksikleri olduğu zaman her zaman okulumuzun yanındayız.
Nurdan Hanım: Şimdi Allah nasip ederse yeni bir okulun daha temelini atıyoruz. Maddi destek veriyoruz sadece, okulun ihalesini, inşaatını Milli Eğitim yapıyor. Buraya da inşallah spor kompleksi yapacağız. Eğitime yapılan doğru yatırım en büyük sevap bence.
Ereğli’nin gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Ereğli’dekiler hep birbirinin kuyusunu kazmanın derdinde… Biz zamanında Devrek’teki, Bartın’daki, Karabük’teki birlik beraberliği sağlayabilseydik, Ereğli şu an çok farklı bir yerde olurdu… Devletten bir şey isteyeceksek hep beraber isteyelim; burada bir şey yapacaksak hep beraber yapalım. Ama maalesef burada böyle bir anlayış yok.
Nurdan Hanım: Hep bir birliktelik olmadığı için kaybetti. Erdemir özelleşirken bile birlik olabilseydik spor ve sosyal tesisleri alabilirdik ve halkın kullanımına açılabilirdi buralar. Çünkü özelleşen tüm fabrikalar gerekli baskıyı görürse o dönemde pazarlıkla tesislerini belediyeye devrediyor. En yakınımızdaki Karabük’te bunun örnekleri var. Ben gerekli desteği göremeyince kendi çapımda eczanemde bir imza kampanyası başlattım, bu tesisler halka kalsın diye. Ama maalesef Erdemir Genel Müdüründen randevu bile alamadım.
Yapmaktan en çok keyif aldığınız şeyler nedir Orhan Bey?
1974 senesinden beri yağlı boya resim merakım var. Bugün koleksiyonumda 15’i yerel ressamların tabloları olmak üzere 80’e yakın tablo var. Aralarında Nuri İyem, Yalçın Gökçebağ, Nuri Abaç, Şadan Bezeyiş’in de olduğu çok önem verdiğim bir koleksiyon bu. Kızım İstanbul’da okurken her hafta sonu gittiğimde koluma taktım, resim galerilerini, antikacıları, halıcıları dolaştım. Sanat sevgisi küçükken aşılanır çocuğa. Şu an bir halı gösterin; hangi ülke, hangi yöre hepsini tanır. Nümismatlığı (eski para koleksiyonculuğu) öğrenmek için evvela bu konudaki kitapları, broşürleri toplayıp müzayedeleri gezdik. Son yedi padişahın bastırdıkları gümüş paraları topladım. Tuğralı gümüşler var yine antikacılardan topladığım Ermeni işçiliği şekerlikler, lokumluklar. Bunlar bana büyük keyif verir. Tüm bunların dışında günlük hayatta yapmaktan en çok keyif aldığım şey; şimdi İstanbul Kadıköy Selamiçeşme’de Özgürlük Parkı vardır. Bir hanım zamanında 40 dönüm arazisini park yapmak için bağışlamış; şu an o bölgedeki binaların arasında en keyifli bölge olan tek yeşil alan bu park. Erdemir’den eski arkadaşlarımla her çarşamba orada tavla oynarız, turnuvalar yaparız. Şimdiki işlerimiz bunlar.
Nurdan Hanım, sizi bugüne kadar yaptığınız işlerde mutlu eden şey nedir?
Nurdan Hanım: Geçenlerde bir mail aldım; bizde okumuş; çok duygusal bir şey yazmıştı. Geçen gün de genç bir hanım geldi ‘Sizi gördüğüme o kadar sevindim ki’ diyerek sarıldı, beraber fotoğraf çektirdik. Bizim okulda okumuş gitmiş şehir dışına. Bu sevgi ve sıcaklığı görünce insan çok mutlu oluyor. Bunun dışında 2010 yılında TBMM’den Üstün Hizmet Ödülü aldık. İkimize ayrı plaket verdiler. Bir de 35 profesörün kurduğu bir dernekten ‘Yaşama Dokunanlar’ ödülünü aldık. Merak ettim bizim ismimizi nereden buldunuz diye sordum. ‘Biz araştırıyoruz, siz de çift olarak o kadar kişinin hayatına dokunmuşsunuz ki, biz ancak bunların çok azında erişebildik’ dediler. Bizden burs alan insanlara ulaşmışlar. O ödül de bizim için çok önemliydi. 1987 yılında 21 meslek sahibi iş hanımıyla Kdz.Ereğli Soroptimist Kulübünü kurduk ve 2,5 sene kurucu başkanlığını yaptım. Ereğli’ye çok güzel hizmetler verdik ve vermeye devam ediyoruz. Sağlık Ocağında ilk spiral odasını yaptık, okullara çok güzel sınıflar kazandırdık. İlk kalıcı projemiz de 1989 yılındaki Ortacı köyü Burunören mevkiinde yaptığımız tek derslikli bir okuldu; müdür lojmanı bile yapmıştık. Hatta oradaki okulu yaparken sağolsun Orhan maddi manevi çok yardımcı olmuştu; köylüden su bile alamadık okulu yaparken bu nedenle beton suyunu Ereğli’den getirdik. Ama taşımalı sistem çıkınca orayı kapatıp atıl duruma getirdiler; hiç olmazsa bir halk eğitim merkezi, sağlık ocağı yapalım dedik; onay vermediler ve o güzelim binayı Telekom’un deposu yaptılar. İkinci projemiz; o zamanlar Hükümet Konağı’nın 5. katında olan Halk Eğitim Merkezine güzel bir yer yaptık ve yeni Halk Eğitim Merkezini açtık. Orayı özelleştirmek istediler, satmak istediler; her seferinde bunu durdurmaya çalışıyoruz.
Büyükleriniz Ereğli’ye nereden gelmiş Orhan Bey?
En gerilerde büyük dedem Türkmenistan Hiva kökenli ve Anadolu’ya gelip Amasra’ya yerleşmişler. Büyük dedemiz Halil Ağa, Amasra ayanı; Osmanlı döneminde oranın kaymakamı gibi. Amasra’da gemi yapıyor aynı zamanda. Biz dört kuşaktır ticaret yapıyoruz. Halil Ağanın oğlu İbrahim Bey Ereğli’ye geliyor ve evlenmek için kız arıyor. Hacı İsmail Ağanın Türk Tevfik Paşa lakaplı oğlunun kızı Zekiye Hanım ile evleniyor. Benim dedem Ali Rıza Oğuz bu evlilikten oluyor. Annem ise Kadıköy kızı, orada yetişmiş, Deniz Subayı Liman Reisi Tevfik Kaptan’ın kızı. Ereğli’deki medeni kanunla kıyılan bir numaralı nikah annem ve babamınki… Büyüklerden dinlediğim bir anıyı aktarayım: 1928’lerde Nimet Hoca ile dedem Ali Rıza Bey İttihatçılar ve Milli Mücadelede beraber çalışıyorlar. İkisi bir gün mağazada sohbet ederken babam (o sırada 27 yaşında sırım gibi bir delikanlı) sinirle içeri dalıyor. Nimet Hoca dedeme soruyor; ‘Hayırdır ne oldu çocuğa? diyerek. Dedem de sessizce cevap veriyor ‘’Kızı oldu, ondan böyle’’ diye. Nimet Hoca daha sonra kalkıyor kütüphanesine gidiyor babamı buluyor. ‘’Bak Tevfik, ilk evladı kız olan bereketli olur, hiç üzülme Allah sana oğlan da verir kız da verir; yeter ki hayırlı evlat olsun.’’ diyor. Benim kızım da dünyanın bir ucundan her gün bana telefon eder, erkek olsa bu kadar olmazdı sanırım. Bir de hayatta Allah’a en çok şükrettiğim konu Nurdan gibi bir eşe sahip olmam. Benim en büyük şansım O’dur. Sağ olsun üstüme titrer.
Nurdan Hanım: O karşılıklı Orhan’cım.
Son olarak bir kaç yıl önce anılarını ve kendi büyüdüğü Ereğli’yi yazmaya başlayan Orhan Oğuz’un kaleminden bir hatıra…
Bozhane başlı başına bir alem… Meyhaneleriyle, Bahar gazozuyla gündüz pek kalabalık olmazdı. Kahküllü Mehmet Amcanın fırınından simit alan çocuklar, Ömür Gülten’in fırınından ekmek alanlar, bir de Fahri Bey amcanın bakkalından alışverişe gelenler gözükürdü sokaklarda. Babam anlatırdı; 1930’lu 40’lı yıllarda, sabah hava ağarmadan gelen o yorgun kömür ameleleri, kömür kayıklarına doluşurlar. Hayat onlar için zor… Kayıkların küreklerine asılmaya başlarlar. Bu kayıklar; açıkta demirli olan Florya, Yelkenli, Manizade gemilerinin bir tanesine halatını bağlar; gemi demir alır ve bir saat sonra Kandilli üzerinde demirini atar. Kayıklar Kandilli kıyısına yine kürekle gider ve Varagel altından kömürünü yükleyerek gemiye döner. Esas eziyet bundan sonra başlar… Bir kayık dolusu 30 ton kömür, çağale dediğimiz sepetlerle elden ele gemiye yüklenir. Bir gemi, 4-5 kayık, 40-50 amele gün sonunda yorgun, her tarafları kömür tozu kapkara, Bozhane’ye dönerler… Hemen eve gitmez bu yorgun insanlar. Giritlioğlu’nun, Halil Ağanın, Saffet amcanın meyhaneleri onları bekler. Basit mezeler ve içki… Bir saat sonra içeride sigara dumanından göz gözü görmez. Kafalar bulunur. Herkes evine. Vukuat yok. Hiç kavga eder mi aynı kaderi paylaşmış aynı yolun yolcuları?