Dergi 67300’ü okurlarıyla buluşturmaya başladığımız ilk günlerden itibaren Sn. Seyfettin Onat gibi büyüklerimizin de bize ‘Eskilerden Kim Kaldı’ bölümümüzde yer vermemiz için önerdiği çok değerli bir isim vardı. Uzun zamandır kendisi ile görüşme fırsatını yakalamaya çalışıyorduk ve sonunda başardık. Karşınızda bizim de tanımaktan onur duyduğumuz Kdz.Ereğli Halkevi Futbol Kulübünün efsane kaptanı Ziyaettin Cıbır ve kıymetli eşi Taliha Cıbır Hanımefendi…
Efendim kaç yılında nerede doğdunuz? Okul hayatınız nasıldı?
1920 yılında Ereğli’de bu evde doğdum. Annem Pestilcilerden, babaannem Çaylıoğlu’ndanmış. ‘Eski Tükçe’yi Hacı Osman isminde bir hocadan öğrenmeye başlamıştık. 2-3 gün sonra ‘Artık Eski Türkçe okumayacaksınız, Yeni Türkçe’ye geçildi’ diye bir yazı geldi… 1928 yılıydı, Harf Devrimi olmuştu. Ondan sonra bir sayım yaptılar. Bizi şurada Süleymanlar Mektebi diye bir okula gönderdiler ve ilkokul 3. sınıfa kadar da orada okudum. O zamanlar Kız Mektebi de vardı. Sonrasında Bozhane Mektebine gittik. Kızlarla erkekler birleşti. İlkokulu Bozhane Mektebi’ nde bitirdim.
Hala doğduğunuz evde yaşıyorsunuz. Buralar nasıldı eskiden?
Burada çok fazla ev yoktu. Hemen her evin altında da ineği vardı. Ben sabahleyin ineği ileriki çayırlıklara “götürürdüm, orada otlanırdı. Akşamüstü de inek kendiliğinden gelirdi. Süt içerdik kaymak yoğurt yapar yerdik. Kemer köyünden Bölüce fasulyeler, mısırlar, pırasalar gelirdi.
Askerliğinizi nerede yaptınız?
Askerliğimi 2 sene 3 ay Trakya’da yaptım. Mobilyacılığı orada da yaptım. Orduevinde yazıcı arkadaşım vardı. Bana bir mektup yazmış. Ziyaettin üç ay evvel terhis olacaksınız diye. Komutan İsmet Paşa beni çağırdı, gelen mektuptan bahsedince ‘öyle şey mi olur ya’ dedi. Azizim, kısa süre sonra Paşa bizi çağırdı ‘Harp bitti tezkere alıyorsunuz’ dedi. O zaman ‘Nasılsın asker!’ diye bağırdı. Bütün bölük ‘Sağol!’ diye bir bağırdı, karşı Çatalca’ya seda gidip geldi, gidip geldi…
Sporcu geçmişinizi biliyoruz ancak spordan başka ne işle meşguldunuz?
Mobilyacıydım önceden. İskele camisinin orada dükkanım vardı. Kuyumcu Rıfat Oğuz’un dükkanının oradaydı.
Taliha Hanım, siz Ziyaettin Bey ile ne zaman bir aile kurdunuz?
Ben 1930 doğumluyum. Biz de Ereğli’liyiz. Bizim Ziyaettin Beyler ile aramızda 6 ev vardı. Aynı mahalledeniz yani. 1946 yılında 16 yaşımdayken evlendik. Bizim bir bebeğimiz vardı evladım. Küçük yaşta kaybettik. Ondan sonra Ziyaettin Bey mobilyacılığı bıraktı, seyyah oldu. Araba alacağım dolaşacağım dedi. Fabrika’da servisçiliğe başladı. Mahiyetinde 50 araç vardı. Hatta o işi dolayısıyla Ticaret Sanayi Odasından 1982 senesinde aldığı takdir belgesi de durur. Yoksa eskiden Mobilyacı Ziyaettin Cıbır olarak bilinirdi. Hatta Zonguldak’tan bir hanım gelmiş, benim koltuklarım hala sizin babanızın koltukları demiş kızıma. Çok becerikliydi o işte de. Bu gördüğünüz mobilyalar da hep eşimin eseri.
Ziyaettin Bey: Bu gümüşlük vitrini magirüs minibüsten çıkan camla yaptım. O zaman bükülen cam nerdee? Eldeki imkânlarla bunu yapabildik.
5 yaşından beri futbola aşıktım. Halkevi Takımının kaptanıydım.
Ziyaettin Bey Allah herkese nasip etsin, 70 yıllık evlilik nasıl başladı?
Ziyaettin Bey: Eşimi istemeye gittiğimizde bana kahve soğuk geldi. Öyle başladı evladım:)
Taliha Hanım: İstemedim ilk başta ben, ondan soğuk kahve verdim. Aramızda 10 yaş vardı; baba mı diyeceğim ben kocama dedim o zaman:) Ama sonra evlenince çok iyi baktım, ihtiyarlatmadım onu. Evladım biz böyle gördük anadan babadan. İşten gelince sofrası hazır olacak, ne yemek isterse o pişirilecek. Bir arsızlık, terbiyesizlik hiç yapmadık oğlum. “Sen kimin kızısın”, “sen kimin oğlusun” dedirtmedik hiç. Bizim için bu önemliydi.
Gürdal Özçakır Hocamızın sizinle yaptığı röportajın da yer aldığı kitapta Ereğli Futbol tarihi ile ilgili bilgilerde sizin isminiz sıklıkla geçiyor. Futbolla olan alakanız nasıl başladı?
5 yaşından beri futbola aşıktım. Halkevi Takımının kaptanıydım. Noter Ahmet Bey vardı, İstanbul’dan gelen Celal Acar (Baron) vardı. Bizlere çok güzel yardım ettiler biz de sporu ilerlettik. Zonguldak takımı Karadeniz Şampiyonu olmuştu o sene, maç yapmak için Ereğli’ye geldiler. Çok iyi hatırlıyorum Yavuz Muzaffer isminde bir arkadaş vardı, ‘Ahmet abi sen bizi çağırdın ama biz kimle maç yapacağız dedi. Bizi gösterince de ‘Çoluk çocukla bu iş olmaz.’ dedi. O da sahada görüşürüz dedi ve maçta ben bir, iki, üç gol attım, yendik onları. Federasyondan bile gelmişlerdi o maçları izlemeye, yetkililer çok başarılı olduğumuz için bizi tebrik etmişlerdi. Ulusal gazetelerde hep haberlerimiz çıkardı. Muhsin Hoca isminde bir zat vardı o zaman. İstanbul’dan takımlar getirirdi. Her maçta galip çıkardık ancak bir maçta yenildik. Eyüpspor’la oynadığımız maçtı bu. Zaven isminde bir oyuncuları bize gol attı. Biz ağladık o zaman. İlk yenilgimizi tatmıştık.
Peki Ulusal anlamda da güzel başarılara imza atmışsınız yaptığınız maçlarda. Futboldan para kazandınız mı hiç?
Yok efendim nerede? Tam tersi futbola biz para harcardık. Ayakkabılarımızı eskiyince yıpranınca kendimiz yaptırırdık. Takımın kıyafetlerini getirip evde yıkardık. Ama Ereğli’de spor adına güzel etkinlikler gerçekleştirdik. Herkes bizi yolda çevirip sorardı ‘bu hafta hangi takım geliyor, kiminle maç yapacağız diye. Az nüfuslu Ereğli’de bu maçlar çok güzel etkinliklerdi.
Unutamadığınız bir maç var mıydı?
Çok var ama birini anlatayım. Celal Acar, Akçakoca Belediye Başkanının arkadaşıydı. Akçakoca, Düzce, Bolu muhtelit (karma) takım hazırlatmıştı. Oraya denizden motorla gittik. Azizim, Düzce’den bir kaleci getirmişler. Futbolun Cambazı. Bizde de Sarı Safi var, çok iyi bir futbolcu. Ama atıyor atıyor tutturamıyor. Celal Abi buna bir kızdı. Arkasından bir isabetli şut çekti kaleye, kaleciyi attı içeriye. 1-0 yendik o maçı. Ondan sonra başladık Zonguldak Devrek bölge takımları. Sonra da İstanbul takımları ile maçlara başladık.
Maçları yine Beyçayırı stadında mı yapıyordunuz?
Beyçayırı stadı o zamanlardan itibaren Ereğli’nin stadıdır. İnsanlar maçları bir Liraya izliyordu. Bir gün Kaymakama çıktım, sahayı yiyen dereyi gösterdim. 30 lira para verdi bize. O parayla dereyi doldurduk sahayı büyüttük.
Zeren Hanım size de sormak isteriz anne babanızı.
Zeren Pilevne: Annemle babam 70 senelik evliler ve bildim bileli birlikte vakit geçirmeyi hep çok severlerdi. Boş kaldıkları zamanlarda akşamları ikisi “pilaki” oynarlardı. Babamın emekli olduktan sonra da kahveye gideyim arkadaşlarla takılayım gibi huyları olmadı. Babam çok sıkı bir Galatasaray taraftarıdır ama çok heyecanlandığı için maçları izleyemez. Annem onun için izler, kendisine maçı anlatır:)
Kaç kardeşsiniz?
Zeren Pilevne: Biz üç kardeşiz. Zeren ablam çok küçükken vefat etmiş, babam iş değiştirmiş o olaydan sonra. Allah rahmet eylesin ablamın ismini de bana vermişler. Büyük ablam Emel Uzun, Turgut Reis okulundan emekli. İkinci benim, bir de kız kardeşim var; Neşe Cıbır. Kız kardeşimde ben de Erdemir’den emekliyiz.
Ziyaettin Bey küçüklüğünüzden aklınızda kalan anılar var mı?
Babamla çarşıya giderdim. Cuma ve pazartesi günleri köylerden insanlar gelirdi. Ya sepetinde yumurta var, ya kolunda tavuk var. Yumurtayı sayar, kırıklarını ayırır parasını verirdik. Onlar da samanını silkeler sepetini yine koluna takar köyüne dönerdi. Bunun dışında Millet Bahçesinde akşamları oturulurdu. (Parkın olduğu bölge) Daha önce de Garipler mezarlığı vardı orada. Belediye Reisi imar etti, mezarları karşıya kaldırdı. Bir de Ereğli sahilinde at yarışları olurdu. Ereğli çok ilgi gösterirdi bu yarışlara. Satır Mehmet’in beyaz bir atı vardı. Bu at birinci geldiği zaman yıkılırdı Ereğli… Bunun dışında insanlar birbirine güvenirdi. Borç isterse karşıdaki verir. Senet sepet yok. Herkesin bahçesi vardı, herkes sebzesini meyvesini eker akşamları da ürününü toplar yıkar pişirir yerdi. Elma, armut her şeyi vardı herkesin.
Sizin Ereğli ile ilgili hatıralarınızda neler var Taliha Hanım?
Taliha Cıbır: Mayo ile denize girerlerdi insanlar. Bu, o zamanlar Ereğli’nin ne kadar medeni olduğunu gösterir. Hırsızlık denen bir şey bilmezdik. Ben mesela komşumun bahçesinde ne ağaç var onu bilmem. Kapılar hep açık olurdu kitlenmezdi. Ereğli’de Rumlarla Türkler bir arada kardeş gibi yaşarlardı. Kız bile alınıp verilirdi bazen. Benim görümcem Rumların oğlu ile evliydi Vahit isminde. Hatta 3 çocukları vardı. Sonra Ankara yolunda bir trafik kazasında 3 çocuğunu kaybetti. ‘Benim 3 direkli motorum battı’ diye bağırıp durdu, aklını kaybetti üzüntüden.
Son olarak Ereğli’nin bayramları nasıl olurdu?
Ziyaettin Bey: Bayram burada 5 gün olurdu. Bir gün Kestaneci Köyü, ikinci gün Pençes, üçüncü gün Kışla, sonra Gülüç olurdu Meydanbaşı, herkes akın akın bayramlaşmaya birbirine gider gelirdi. Küsler barışır, insanlar mutlu olurdu, sevgililer birbirleri ile konuşurdu eski bayramlarda.
Bu keyifli sohbet ve misafirperverlikleri için değerli büyüklerimiz Ziyaettin Cıbır, sevgili eşi Taliha Cıbır, saygıdeğer kızları Zeren Pilevne ve eşi Oruç Pilevne’ye şükranlarımızı sunar, sağlıklı huzurlu yıllar dileriz. Ayrıca bizleri yalnız bırakmayan Sayın Hocamız Gürdal Özçakır’a teşekkür ederiz.